18 Ekim 2022 Salı

Cumhuriyetimize ve Sevgili Atamızın devrimlerine, ilkelerine sahip çıkacak sonsuza kadar yaşatacak nesiller yetiştirebilmeyi umut ediyoruz.Türkiye Cumhuriyeti, İlelebet ve sonsuza kadar Yaşayacaktır ve Yaşatacağız!... Bizde bu okulumuzda büyük bir coşku ile kutladık.Cumhuriyet bize özgür bir millet olma yolunda atılmış en önemli bir adımdır. Türkiye Cumhuriyeti olarak olma, dünya milletlerinin onurlu bir üyesi olma bilincini kazandırmıştır. ve Türkiye Cumhuriyetimizin tek devlet olduğunu, bayrağımızın ay yıldızlı, al bayrak olduğunu, ilelebet, sonsuza kadar böyle kalacağını, bu topraklar üzerinde ilebet ve sonsuza kadar dalgalanacağını göstermek adına biz de bu muhteşem kortaja katıldık çocuklarımızla. Milli marşlarımızla ve tüm gücümüzle dalgalandırarak bayrağımızı. Muhteşemdi gerçekten. Gururla taşıdık bayrağımızı. Bize bu vatanı bağışlayan, bu güzel, ay yıldızlı, al bayrağımızı bizlere armağan eden Sevgili Atamıza ve kahraman Türk milletine şükranlarımızı sunuyoruz. Bayrağımızı ve özgürlüğümüzü bizlere armağan ve emanet ettiler.Onu sonsuza kadar yaşatacak ve koruyacak olan da bizler ve bizden sonraki nesillerdir.Minik kızımın bu görüntüsü de ayrı bir gurur kaynağı...:))) Cumhuriyetimizin 93.yıldönümünü can-i gönülden kutlarken, milletçe Cumhuriyetimize ve Sevgili Atamızın devrimlerine, ilkelerine sahip çıkacak sonsuza kadar yaşatacak nesiller yetiştirebilmeyi umut ediyorum.Cenab-ı Allah milliyetçilik ruhu ile birlik ve bütünlük içinde olabilmeyi nasip etsin hepimize.Bu ülke bizim, hepimizin. Ayrımcılığa, bozgunculuğa, hıyanete gerek yok.Bu vatan uğruna canımız feda.Yavrularımıza, bizden sonraki nesillere güzel, tertemiz, özgür, bağımsız bir gelecek bırakmak istiyorsak egoist, ayrımcı,bozguncu, vatan haini olmamalıyız.Tek ruh, tek güç olup, güzel yarınlarımıza, birlik ve bütünlük içinde sahip çıkmalıyız.Türkiye Cumhuriyeti, İlelebet ve sonsuza kadar Yaşayacaktır ve Yaşatacağız!....

5 Mayıs 2017 Cuma

KAPODAKYA GEZİMİZ-2

IHLARA VADİSİ
Kapodakya gezimizin ikinci uğrak yeri yol güzergahımızda bulunan Ihlara Vadisi idi.Ülkemizin görülmeye değer,doğal ve tarihi güzelliklerinden birisi de burası imiş.Bazı gezilerin bir kez yapılmasının yeterli olabileceğini, bazılarının ise birçok defa yapılabileceğini düşünmüşümdür hep. Daha sonra ki yazılarımda bundan da biraz bahsedeceğim.Ihlara Vadisi de birçok defa gezmeyi, görmeyi isteyeceğim muhteşem yerlerden biri.Eminim her mevsim de ayrı bir güzelliğe bürünüyordur burası.
Yalnız bu muhteşem güzelliğe ulaşabilmek, keyfini yaşamak biraz meşakkatli bir yol. Çünkü vadiye inmek, özellikle de çıkmak çok zor. Yürümeyi, hareketliliği sevmeyenler veya sağlık sorunları olanlar için biraz zorlayıcı. Ben saymadım ama diğer ziyaretçilerden duyduğum kadarıyla 382 civarında merdiven basamakları varmış. Vadinin içinde de inişli çıkışlı merdivenlere, kayalara tırmanılıyor olduğundan uğramak isteyenlerin bunu göz önünde bulundurması gerekir. Ancak hem spor (trekking,tırmanma vs.) hem yürüyüş yapmayı sevenler için görülmeye değer. Vadideki doğal güzelliklerin tadını çıkarmak, hem de orada bir zamanlar yaşanmış tarihe tanıklık etmek için birçok defa gidilebilir.
Bu kadar detaydan sonra Ihlara Vadisinin oluşumu ve tarihi hakkında bilgi vermek de isterim.Gezip- gördüğümüz yerler hakkında bilgi sahibi olmak benim için gerçekten çok önemlidir.Gezerken o bölge hakkında bilgi varsa mutlaka okurum. Böyle bir imkanım yoksa daha sonra araştırıp öğrenmeye çalışırım. Ya da gezimiz planlı proğramlı ise öncesinden bilgi sahibi olmaya çalışırım. Öncesinden bilgi sahibi olmak ise gezip gördüklerimizi daha iyi kavramamıza faydalı oluyor diye düşünüyorum.Şimdi gelelim Ihlara Vadisi hakkında genel bilgiye: Dünyanın en büyük kanyonları arasında yer alan vadi Aksaray ili sınırları içinde bulunan Ihlara köyünden adını alıyormuş. O bölgede bulunan yukarıda resmini paylaştığım Hasandağı’nda meydana gelen volkanik püskürmelerden dolayı oluşan lavlar sonucu bu bölgede volkanik bir tabaka oluşmuş. Zaman içinde oluşan bu tabaka çevresel nedenlerden dolayı aşınmaya başlamış.
Ayrıca bölgeden geçen Melendiz Çayı, kanyon vadinin tabanını derin bir şekilde oyarak bölgede yol oluşmasına neden olmuş. Oluşan bu derinlikler vadinin belli bölümlerinde 120 metreye kadar ulaşmış.Vadinin uzunluğu hakkında da 14 km.olduğu belirtiliyor. Ihlara Vadisine bir gününüzü rahatlıkla ayırıp, vadiye indikten sonra her yerini detaylı bir şekilde gezip, Melendiz Çayı üzerinde bulunan Cafede dinlenebilir, yemek ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz.
Doğal güzelliğinin yanı sıra hem tarihi, hem de kültürel alanlara sahip vadi içinde edindiğim bilgilere göre gezilebilir Roma ve Bizans dönemlerine ait 14 tane kilise varmış.Bunlardan birkaç tanesini biz gezebildik (Karanlık Kale Kilisesi, Ağaçaltı kilisesi,Yılanlı, Sümbüllü, Eğritaş Kiliseleri.)
Gezmiş olduğumuz kiliselerin duvarlarında Hristiyanlığın sembollerini, inançlarını ve hikayelerini tasvir eden resimler dikkatimizi çekti.İşte bunlardan bazıları Çarmıhta İsa, Meryem ana,haç işaretleri vs. dikkatimizi çekenlerden bazılarıydı.
Hikayesi oldukça ilginç gelen ise Yılanlı Kilisesi idi. Bu kilisenin duvarlarında da yılanların saldırısına uğramış kadın figürleri vardı. Efsaneye göre dört kadın sekiz yılanın saldırısına uğramış. Bunlardan birinci kadının suçu çocuklarını terk ettiği için sekiz yılan tarafından saldırıya uğramış ve her yerinden ısırlmıştır. İkinci kadın ise çocuklarını beslemediği için göğüslerinden ısırılmış, üçüncü kadın itaatsizliğinden dolayı kulaklarından, dördüncü kadın ise yalan yere iftiradan dolayı dilinden yılanlar tarafından ısırılmıştır. Gezilen yerlerin hemen girişinde oraya ait bilgi ve hikayelerini de okuyup bilgi sahibi olunabilir...Ihlara Vadisi hakkındaki izlenimlerim, gördüklerim ve etkilendiklerim ve bir miktar bilgiyi gezi notlarım olarak derlemiş oldum...Biraz zaman geçtikten sonra bu kadar detaylı anlatamayabilirim. Bu anlamda da sıcağı sıcağına not etmek, bir zaman sonra dönüp okuduğumda tekrar o anı detayları ile hatırlamak adına faydalı olabileceğini düşündüğüm için bundan böyle sık sık yazmayı düşünüyorum. İnşaAllah bu şevkim yok almaz.Gezi hakkında okuyanlarıma da yardımcı olabilmek isterim. Sevgiyle Kalın....

3 Mayıs 2017 Çarşamba

KAPODAKYA GEZİMİZ

TUZ GÖLÜ
Uzun yıllardır gezip-görmeyi çok arzu ettiğim Kapodakya gezimizi 30 Nisan 2017 tarihinde sabah erkenden yola çıkarak gerçekleştirdik.1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramından dolayı resmi tatil olan Pazartesi günümüzü de içine dahil edip, iki güne sığdırabildiğimiz dolu dolu bir gezi oldu bizim için. Ancak Kapodakya ve çevresi benim hayal ettiğimden de büyüleyiciymiş. Aynı zamanda bir derya imiş.Yıllardır günü birlik bile gidilip görülebilir diye düşünürken, aslında değil bir gün bir haftanızı ayırdığınız takdirde her bölgesi karış karış gezilecek tarihi ve doğal güzelliğe sahip. Ayrıca yol boyunca yine doğal güzelliklere ve tarihi yerlere de uğrayabileceğiniz bir güzergahta olması size dolu dolu keyif alacağınız bir yolculuk imkanı da sağlıyor.
Biz Ankara'dan yola çıktık. İlk uğrak yerimiz yolumuzun da üzerinde bulunan Tuz Gölü oldu.Tuz Gölü Ankara'nın ilçelerinden Şereflikoçhisar' da bulunuyor.Aynı zamanda Aksaray, Konya, il sınırlarının kesistiği bölgede yer alıyor.Tuz gölü, Van Gölünden sonra Türkiye'nin ikinci büyük gölüdür.Türkiye'nin tuz ihtiyacının büyük bir bölümü buradan karşılanıyor. Biz Tuz Gölü'ne birkaç defa yaz aylarında tatil dönüşü uğradık.Yazın gölün yüzeyi kuru olduğu için uzun mesafeli yürüyüşler yapılabiliyor. Yazın yüzeyinin kuru olmasının nedeni buharlaşmadan kaynaklanıyor. Bu mevsimde tuz oranı daha fazla oluyormuş. Nisan ayında ise ilk defa gittik. Yüzeyi su ile kaplı olduğundan çok fazla yürüme mesafesi bulamıyorsunuz ancak tuz kristallerine dokunabilmek ve gölün kenarından o muhteşem manzarasına tanıklık etmek için bile görülmeye değer. Tuz gölüne her fırsatta uğrayabilmeyi çok arzu ediyorum. Güneşin batışına da Tuz Gölünde denk gelebilmek büyük bir şans bence. Eğer Tuz Gölüne gitmeye niyetlenirseniz bunu da göz önünde bulundurun derim...Ayrıca Gölün etrafında turistik eşyaların ve tuzdan üretilen kozmetik ürünlerin satıldığı yerlerden alışveriş yapabilir, cafesinde göle karşı çayınızı, kahvenizi yudumlayabilirsiniz.... DEVAMI GELECEK....

31 Ekim 2016 Pazartesi

Cumhuriyetimizin 93. Yıldönümü Kutlu Olsun!!!..

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı bizim için değerli ve önemli bir gündür.Çünkü 1923 yılının 29 Ekim'inde Cumhuriyetimiz ilan edilmiş ve özgürlüğümüzün, bağımsızlığımızın teminatı Cumhuriyet rejimi Türk milletine armağan edilmiştir. Cumhuriyet yönetiminde egemenlik kayıtsız, şartsız millete aittir. Değerli Atamızda Türk milletini Cumhuriyet yönetimine layık görmüş ve " Türk ulusunun yaradılışına ve yaşantısına en uygun olan yönetim şekli Cumhuriyettir" demiş ve Türk milletine Cumhuriyet yönetimini armağan etmiştir. Cumhuriyet yönetimi bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik kavramlarını barındırır. Cumhuriyetimize kavuşmak kolay olmamıştır. Bu uğurda atalarımız büyük savaşlarla kanlarını ve canlarını feda etmişlerdir. Bağımsızlığımızın, özgürlüğümüzün ve eşitliğimizin teminatı olan Cumhuriyete kavuşmamız için canlarını, kanlarını feda eden ve hala etmeye devam eden aziz şehitlerimize, gazilerimize ve büyük önderimiz Atatürk'e şükranlarımızı sunuyor ve saygıyla anıyorum. Bu vesile ile Cumhuriyetimizin 93. yıldönümünü can-i gönülden kutlarken, milletçe Cumhuriyetimize ve Sevgili Atamızın devrimlerine, ilkelerine sahip çıkacak sonsuza kadar yaşatacak nesiller yetiştirebilmeyi umut ediyorum. Cenab-ı Allah milliyetçilik ruhu ile birlikte, birlik ve bütünlük içinde olabilmeyi nasip etsin hepimize. Bu ülke bizim, hepimizin... Ayrımcılığa, bozgunculuğa hıyanete gerek yok. Bu vatan uğruna canımız feda. Çocuklarımıza, bizden sonraki nesillerimize güzel, tertemiz, özgür, bağımsız bir gelecek bırakmak istiyorsak egoist, ayrımcı, bozguncu vatan haini olmamalıyız. Tek ruh, tek güç olup güzel yarınlarımıza, birlik ve bütünlük içinde sahip çıkmalıyız. Türkiye Cumhuriyetini, ilelebet ve sosuza kadar sevmek yetmez, sevdireceğiz; anlamak yetmez anlatacağız; yaşamak yetmez yaşatacağız.!!!

22 Eylül 2016 Perşembe

MEHMET AKİF ERSOY' A DAİR

Bloğuma eskisi kadar vakit ayıramasam da okuduğum kitaplar hakkında kendi yorumlarımı ve ben de bıraktığı etkisi ve konusuna kısaca değinmek istiyorum. Mümkün mertebe her fırsatta kitap okumaya çalışıyorum ama eskisi kadar buraya not düşemiyorum. Şimdi ise kısa bir süre önce okuduğum Tarihçi Sinan MEYDAN'ın Mehmet Akif ERSOY' u anlatan kitabından bahsetmek istiyorum. Mehmet Akif ERSOY tarihimize damga vurmuş bir şairimizdir. Türkiye Cumhuriyeti ve milletine armağan ettiği milli marşımızı coşku ile söylediğimiz her fırsatta da saygı ile anıyoruz. Ancak kendisini sınırlı ölçüde tanıyoruz. İşte bu nedenle kitabı ilk fark ettiğimde de ilgimi çekti ve kendisini daha yakından tanıma ve bilinmeyen yönlerini öğrenme isteği ile merakla okudum kitabı.Yazar, Mehmet Akif ERSOY'un bilinmeyen yönlerini araştırmalar sonucu tarihi belgeleriyle, şiirleri ve eserleri üzerinden de roman tadında anlatmış. Bu anlamda da ilgiyle okunacak bir kitap bana göre. Kitapta Mehmet Akif ERSOY'un dinine bağlı olduğu kadar da son derece modern,ileri görüşlü, vatansever,akılcı, bilimci,yeniliklere açık, kültürlü, eğitime önem veren yönü de detaylı bir şekilde anlatılmış kitapta. Kitaba kısaca değinmek gerekirse; Mehmet Akif ERSOY'a göre okumamak cehalet ve ilimsizliğe, cehalet ve ilimsizlik de yokluk ve yoksullağa neden olmuştur.Halkın her bakımdan yokluk,yoksulluk ve borç içinde olduğunu, sağlıksız koşullarda yaşadığını belirten Mehmet Akif ERSOY'a göre bunun nedenlerini müslüman halkın yeterince çalışmamasına, dinini yeterince bilmemesine, yeterince okumamasına ve iyi eğitim almamasına bağlamıştır. Cehaletten kurtulmak için ilim çağına mutlaka ayak uydurmak gerektiğini belirtmiştir. Müslümanların geri kalmasını batı medeniyetinden ve gerçek dinden uzak kalmasına bağlamıştır...Mehmet Akif sanat toplum içindir anlayışını savunmuş. Edebiyatın ahlaka hizmet etmesi gerektiğini düşüncesinde olduğu için, şiirlerinde daha çok toplumsal sorunlara değinmiş, aşk manzumeleri yazmamış.Kitabın ilk sayfasındaki; Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim" / "İnan ki: Her ne demişsem görüp de söylemişim" mısralarında da bunu ifade etmiş. Kitabın yazarı tarihi belgelerle ve araştırmalar sonucu tamamen objektif olarak kaleme aldığı kitapta eleştirisel yaklaşımlarda da bulunmuş. Mehmet Akif ERSOY'un hayatı üzerinden bilinmeyen birçok konu ve kişiler hakkında da beni aydınlattığını düşünüyorum kitabın...

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Bir Supla Örmelerim

Merhabalar, birçok yoğunluğumun arasından bloğumu da güncellemeye çalışıyor ve bu yoğunluklarım arasında vakit bulup, seri olamasam da zamana yaydığım ve gecikmeli bitirdiğim hobi çalışmalarımı da burada paylaşmak arşivlemek istiyorum.Her zaman okul dönemi yoğunluğundan şikayet ediyoruz.Yazın daha çok vaktimizin olacağını düşünüyoruz. Ancak o zamanda farklı yoğunluklar oluyor.Tatil faslı vs.Hal böyle olunca yaz ayıda göz açıp kapayıncaya kadar bitiyor. Rabbim öncelikle hepimize sağlıklı, huzurlu, mutlu, güvenli, uzun ömürler versin.İyi günler görmeyi nasip etsin İnşaAllah. Her zaman dediğim gibi yoğunluklarımız verimli yoğunluklar olsun İnşaAllah.Bütün bu yoğunluğun arasına çalışan bir bayan olarak da, sıkıştırdığım olmazsa olmaz hobilerimde var elbette.Öncelikle kendi yaptığım, el emeği çalışmalar çok hoşuma gidiyor.Yaparken bana yorucu gelse bile keyifde veriyor. O nedenle elimden gelenleri hiç düşünmeden yapıyorum.Bilmediğim ancak kendimin de el atmak istediği hobisel çalışmaları da, sağ olsunlar nette konusunda uzman olan kişilerden öğrenip, yaptıklarımda oluyor. O nedenle paylaşımda olan herkese bu anlamda minnet de borçluyuz.Paylaşımlarını esirgemeyen herkese teşekkür ediyorum. Ben de paylaşımlarımda birilerine faydalı olabiliyorsam ne mutlu bana. :))
Derken ; kendimin de bitireli bir hayli zaman olan ancak buraya taşımaya geciktiğim suplam hakkında yazmak istiyorum. Yine netten, instagramdan gördüğüm supla, amerikan servisleri çok hoşuma gidiyordu. Çok şık duruyorlar ve sofralara renk ve güzellik katıyorlardı. Ben de yaza balkon sofralarımda kullanırım düşüncesi ile supla örmeye karar verdim. Araştırmalarım sonucu, Derya Baykal'ın programında yapılıp paylaşılmış bir supla modelinden yola çıkarak kendi suplamı ördüm. Model üzerinde biraz değişiklikler olmuş olabilir belki ama asıl görsel kaynağım Derya Baykal'ın programında yapılmış olan supla modelidir. Henüz bir tanesini örebildim. Amacım altıya tamamlamak ve masanın ortasına da aynı renk ve modele yakın runner örebilmek. Runnerı da bu modelden yola çıkarak mı oluştururum, yoksa yine netten mi araştırırım buna henüz karar veremedim. Takım oluşturabilmek için bu modelden yola çıkarak yapmam daha uygun olur diye düşünüyorum.
En son bitmiş halleri ile de görüntüleyebilirim ama ne zamana bitirebilirim bilmiyorum doğrusu.Tek hali ile servis tabağıyla sunumu bu şekilde. Şu an yine bir amigurumi bebek örüyorum. O da bitmek üzere. Okullar da sona geldi. Kızıma söz verdiğim gibi barbielerine kıyafetler örülecek, örgü bebeklerimizin de tatile kadar bitmesi gerekiyor.Şimdi bu örmelere daha da hız vermeliyim. Malum yaza yaklaşıyoruz.Sağlık,huzur, güven ve mutluluklar diliyorum herkese...

27 Nisan 2016 Çarşamba

23 Nisan Kutlaması ve Önemi

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınızı kutluyorum.Bizde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 96. yılını ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramımızı büyük bir çoşku ve heyecanla kutladık.Bilindiği gibi TBMM’nin açılışı Türk halkının egemenliğini ilan ettiği ve yönetme idaresini ele aldığı tarihi bir gündür. 23 Nisan 1920 ilk Büyük Millet Meclisi'mizin toplandığı gündür. 23 Nisan, ulusun yönetme yetkisini kullanmaya başladığı gündür. Bu gün Milli Egemenlik Bayramıdır. Egemenlik ise gücünü milletinden alır ve bu gücü yine millet adına kullanır.

23 Nisan 1920, yok edilmek istenen bir milletin diriliş tarihidir. 23 Nisan 1920 Türk Milletinin iradesidir, Türk Milletinin gücüdür. Dünyanın; en ahlaklı, en onurlu savaşı bu tarihte kurulan meclisin milletten aldığı güçle yapılmıştır. Haksızlığa, zulme, işgale bu meclisle meydan okunmuş, yine tüm dünyaya demokrasi ve insanlık dersi bu meclisle verilmiştir. O nedenledir ki 23 nisanlar başkadır, başka kutlanır ve geleceğimizin teminatı çocuklarımızındır.

Büyük önder Atatürk’ün de düşüncesinde çocuklar, milletin geleceğidir. Tarihimizin gurur dolu sayfalarının yeni nesillerce öğrenilmesi ve Türk Devleti’nin devamını emanet edeceğimiz yeni Cumhuriyet bekçilerinin bu bilinçle yetişmesi amacıyla 23 Nisanlar, önemli birer vesiledir. Çocuklarımızı daima bu bilinçle yetiştirmeliyiz. Onlara 23 Nisanların coşkusunu, önemini en iyi şekilde anlatmalı ve yaşatmalıyız. Onları vatan ve millet sevgisi ile, demokrasi ve bağımsızlık bilinci ile yetiştirmeliyiz…

Bu yazımı da Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Atam'ızın bir sözüyle sonlandırmak istiyorum:

“Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.”

14 Nisan 2016 Perşembe

Yeniden Örmelere Dönüş....

Bloğuma eskisi kadar vakit ayıramıyorum sanıyorum.Yine arayı epey açmışım.Blokta olduğu gibi hobi işlerimde de çok ağırım. Ama bu tamamen tembellikten kaynaklı değil, ancak fırsat bulabilmekten kaynaklı.Çünkü tam zamanlı çalışıp da, fırsat buldukça hobisel çalışmalar yapmak daha önce söylediğim gibi terapi benim için. Zamanımızı verimli değerlendirmek, ortaya güzel şeyler çıkarmak gerçekten takdire şayan.Bu nedenle boş vakitlerini üreterek, çalışarak, kendilerine ve çevrelerine güzel şeyler çıkaran insanları da çok takdir ediyorum. Ben de mümkün olduğunca özel hayatımdan ve iş hayatımdan arta kalan zamanlarda mutlaka birşeyler yapmak istiyor ve bu konu da imkanları zorluyorum.Genel de DIY projeleri ile insanlar çok güzel şeyler ortaya çıkarıyorlar.Biliyorsunuz DIY (Do it yourself) kendin yap projesidir. Aynı zamanda evdekileri, eskileri değerlendirme ile ortaya çıkan güzel projelerdir.Ben evde eski bulundurmayı veya "bu da işime yarar saklayayım" mantığında olamıyorum. İstiyorum ama evde biriktikçe beni sıkıyor. Bunun da nedeni bir köşeye koyup, gün gelir lazım olur, elbet bir gün yaparım düşüncesi ile biriktikçe birikmesi.Ev de olsam, boş vaktim bol olsa belki bu kadar birikmez.Vaktim sınırlı ve sınırlı olan vakitlerde bazen şöyle birşey yapayım dediğim zamanlarda da malzeme sıkıntısı çektiğim çok oluyor doğrusu.
Ama işte o vaktin ve isteğin ne zaman geleceği belli olmadığı için evde kalabalık ediyor düşüncesi ile elden çıkarıyorum işe yarayacak malzemeleri de.Mesela elimdeki birçok örgü ipleri de bu düşünce ile anneme vermiştim.Gerçi annem onları da çok güzel değerlendirmiş.O iplerle bana fotoğrafta görünen bu battaniyeyi örmüş.Çok da güzel olmuş.Ellerine sağlık anneciğimin. Annem de örgü işini çok sever.Artık gözleri rahatsız olmasına rağmen duramıyor. Görüp beğendiği şeylerden bize veya sevdiklerine hediye olarak da örüyor. Elinde kalan malzemeleri veya ben de kalanları da böyle bu şekilde değerlendiriyor işte.MaşaAllah anneme...Bazı uğraşlara ara verince soğukluk da oluyor kanımca. Vakit darlığından yoğunlaştığımız ilgi alanları değişince diğerini hepten ihmal ediyoruz galiba.
Örgü örmeye tekrar başlamam da yine kızım sayesinde oldu. Kızım benden barbie bebekleri için kıyafetler örmemi istediğinde tekrar amigurumi bebek de öreyim dedim ve bir iki ip aldım başlangıç için.İlerleyen zamanlarda daha fazla renk seçenekleri ile örme işine hız da veriririm İnşaAllah.Kızımın barbie bebekleri için de rengarenk kıyafetler öreceğim ve daha başka güzel bebeklerde örmeyi planlıyorum.Şu an ağırdan alıyorum.Bu yıl 4.sınıf sınavları var, derslerine yoğunlaşması lazım.Yaza hazır olacak şekilde örmeyi planlıyorum.Bunun dışında planımda supla (Amerikan servisleri) var. Onlardan da öreceğim.Hazır olduğun da paylaşımımı da yaparım İnşaAllah.

17 Mart 2016 Perşembe

Ne Desem...:((

Bu yıl bloğuma döndüğümde ben de güzel paylaşımlarda tekrar bulunmak, yaptığımız etkinleri buraya arşivlemek ve okuyanlarımla paylaşmak istiyordum. Bloğumu ilk açtığımda adından da anlaşılacağı gibi "Hayata Dairlerim" her türlü konuya da değinmekti amacım. O yıllarda da bunu yapmış, her konu da burada paylaşımlarda bulunmuştum. Ancak bloğuma tekrar döndüğümde, bu kadar üzücü yaşanmışlıkların içinde keyfi şeyler paylaşasım gelmiyor açıkcası. Pazar günü öğleden sonra Sayın Doğan CÜCELOĞLU hocamızın "Anne Baba Olmanın 5 Farkındalığı" adlı seminerindeydik.Çok da keyifli, verimli bir seminerdi.Daha sonra belki detaylı bir bilgi veririm bu konu hakkında. Bu tür seminerler insanın gelişiminede katkı sağlıyor mutlaka.Farkındalık katıyor insana. Kitaplardan veya yaşayarak da birçok şeyleri öğreniyoruz ama seminerler çok da etkili kanımca. O seminere dair izlenimlerimi burada paylaşırım diye umut ediyordum.Seminerden çıktıktan sonra çok verimli, faydalı dakikalar geçirdiğimizi ifade ettik eşimle birbirimize.Bundan da büyük keyif, gurur ve mutluluk duyduk.Ama maalesef kendi iç dünyamızda bile ufacık mutlulukları, keyfi güzelim ülkemizde çok görüyorlar sanki artık. Bilemiyorum ben çok etkileniyorum.Ufacık mutluluktan, keyiflenmekten bile utanıyorum.Çünkü biz burada keyiflenirken veya eğlenirken başka yerlerde insanlar acıyı yaşıyorlar.O günün akşamı yapacağım birçok işim de olmasına rağmen Ankara'da yine bir bombalı saldırı olayını duyunca halim kalmadı açıkcası. Rabbim o hain saldırıda ölen insanlarımıza Rahmet eylesin.Mekanları cennet olsun İnşaAllah. Yaralı olanlara da acil şifalar versin.Ailelerine ve tüm sevenlerine sabır ve dayanma gücü versin İnşaAllah. Diyecek birşey bulamıyorum. Ben böyle durumlarda kayıtsız kalamıyorum. Yapacak,yazacak gücü bulamıyorum.Kelimeler tükeniyor.Söylenecek çok şey varken, söyleyemiyoruz, nutkumuz tutuluyor adeta birşey veya hiç birşey olmamış gibi davranamıyorum. Doğu bölgelerimizde de birçok askerlerimiz, emniyet mensuplarımız ailelerinden koparılıyorlar. Güzelim ülkemizde masum vatandaşlarımız haince öldürülüyorlar.Ne olacak bu ülkenin hali.Nereye gidiyoruz, daha kaç canlar, canlarımız yanacak.Nasıl bir dünya.Nasıl vicdansız, nasıl cani bu insanlar. Allah'ım korkunç birşey. Masum, suçsuz insanlar veya canlılara bunu yapanlara insan demek bile doğru mu onu da bilmiyorum. Geleceğimize karşı da endişelerim var.Yarınlarımıza umutla, güvenle bakamıyoruz. Huzur kalmadı. Rabbim bu vatana ve millete hainlik düşünenlere,her türlü zarar vermek düşüncesinde ve eğiliminde olanlara fırsat vermesin İnşaAllah. Tüm insanlığa güzel günler görebilmek umuduyla sağlık,huzur ve esenlikler diliyorum..

8 Mart 2016 Salı

Kadınlar Gününün Anlam ve Önemi

8 Mart 1857 yılında Amerika'da bir dokuma fabrikasında çalışan çok sayıda kadın işçi çalışma koşullarının iyileştirilmesi için grev yapmışlar.Ancak grev esnasında polisin kadınlara saldırması ve kadınları fabrikaya kilitlemesi sonucu fabrikada çıkan yangında çok sayıda kadın işçi yanarak can vermiş ve cenazelerine binlerce insan katılarak çok ses getirmiştir. Daha sonraki yıllarda dünyanın birçok yerlerindeki sivil toplum kuruluşları tarafından kadın haklarının gündeme getirildiği sıralarda 8 Mart'ı Dünya Kadınlar Günü ilan etmek için çalışmalar yapmışlar ancak resmi olarak 1960'lardan sonra Amerika'da da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilan edilmesi ile tüm dünyaya yayılmıştır.Aslında 8 Mart Kadınlar günü kutlama değil, emekçi kadınları anma günüdür. Kadın haklarının da en çok gündeme geldiği günlerden bir gündür aslında.
Aslında dünyanın hiç bir yerinde kadınlara gereken değer verilmiyor.Kadınlar bir metaa olarak, hizmetkar olarak görülüyor, horlanıyor, ikinci plana atılıyor.Birçok bilimsel, siyasal, kültürel ve etkin alanlarda erkek hakimiyeti daha ağır basıyor.Bir önceki yazımda "Duvarların Arkasında" adlı müslüman kadınlar hakkında yazılmış bir kitaptan bahsetmiştim ve Türk islam kadını olarak onlardan çok daha şanslı olduğumuzu da dile getirmiştim.Tabii ben kendi açımızdan olaya bakmıştım.Kırsal kesimlerimizde, bazı bölgelerimizdeki kadınlarımızın durumları içler acısı.Kadınlarımıza birçok kesimlerde gereken değer verilmiyor maalesef.Bizim ülkemizde de birçok kadın cinayetleri, kadına şiddet toplumumuzun kanayan yarası.
Aslında Türk kadınları medeniyete Yüce önderimiz Atatürk sayesinde Avrupalı kadınlardan önce ulaşmıştır.Kadın haklarında yasal olarak çok büyük iyileşmeler sağlansa da geçmişin izleri günümüze de kadar taşınmıştır toplumumuz tarafından.Yüce önderimiz Atatürk Türk Kadının, Türk Cumhuriyetinin var olmasında büyük bir katkıya sahip olduğunu savunmuştur. Hiç şüphe yok ki; tarlayı eken, çifti süren, ormandan odun kesip getiren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla birlikte sırtlarıyla, kağnısıyla, kucağında yavrusuyla yağmur dememiş, çamur dememiş, kış dememiş, sıcak dememiş, savaşta cephanelerde mermi taşımış Türk ordusunun yanında yer almış olan Türk kadınlarımızdır. İşte bu yüzdendir ki; Sevgili Atamız "Türk kadınına her alanda güvenmelisiniz. Onlar anne olmasını, gerçek bir anne olmasını bildikleri kadar medeni alemin her branşında da üstün yetenekleri ile birer uzman olmasını bilecek kadar çalışkandırlar, inançlıdırlar ve gayretlidirler." demiştir. Atamız saygıdeğer kadınlarımızı, Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onlardan daha üste çıkacak bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmemiş ve buna kesinlikle inanmıştır.Bize de düşen Atamızın bu inancına ve güvenine layık olmalı; Türkiye´nin gelişmesi, refah seviyesine ulaşması ve daha aydınlık yarınlara taşımamız için erkeği ile birlikte daha çok çaba ve gayret içinde olmalı, umutla birlikte çok çalışmalıyız. Görsel Kaynak:blog.milliyet.com yasatilansozler.blogspot.com

3 Mart 2016 Perşembe

Duvarların Arkasında

"Duvarların Arkasında" Ayşe BÖHÜRLER ve Aslıhan EKER'in 3 yılı kapsayan çalışmaları sonucu ortaya çıkmış belgesel niteliğinde, 13 islam ülkesini ve buralardaki 200'den fazla kadınla yaptıkları görüşmeler sonucu oluşan bir kitap.Yazarlar bu çalışmaya başlamadan önce ön araştırma yapmak istediklerinde, o ülkelerdeki kadınlar hakkındaki belgelere, bilgilere ne yazık ki batılı kaynaklardan ulaşabilmişler.Ancak o belge ve bilgilerde batının coğrafik ve kültürel farklılıkları gözetmeden islam ülkelerindeki kadınları erkeğine köle olmuş, baskı altında kuşatılmış, cahil, ezik, burkaların ve peçelerin arkasına gizlenmiş bir kadın modelinde önyargılarını yansıtan kaynaklarmış. Bu projenin asıl amacı ise islam ülkelerindeki kadınları kendi gözleri ile görmek,tanımak ve aslında yansıtıldıkları gibi olmadıklarını ortaya koyacak olumlu bir imaj çizmeye çalışmak olmuş.Bu nedenle de görüştükleri kadınları kötü hikayeleri olan alt kesimlerden değil de, başarılı, kariyer sahibi elit tabakadan kadınlar olmuş. Bu anlamda oldukça kapsamlı bir çalışma olmuş.Kitap 550 sayfa, sık ve küçük punto ile yazılmış. Normal kitap formatında yazılmış olsa iki katına çıkardı sayfa sayısı. Aslında her islam ülkesindeki kadınlar ve o ülkenin kadınlarının ortak yaşam koşullarını ve kültürlerini ayrı ayrı ele almak daha açıklayıcı ve aydınlatıcı olabilir.Ancak geniş çaplı anlatmak çok sayfalarımı alır benim de.Aslıhan EKER bir konferansta müslüman kadınlardan, gittikleri her ülkede artık duymaktan sıkıldıkları cümle "kendimize göre bir takım problemlerimiz var, ancak diğer müslüman ülkelerin kadınlarından daha şanslıyız" olmuş. Bunu en fakir ülkeler arasında olan Yemen'deki kadınlar dahi söylemişler.Bu da kendi kültürlerini, yaşam koşullarının onlara getirdikleri sıkıntıları özümsemiş olduklarını gösteriyor.Ancak islam ülkesindeki kadınların genel sorunları boşanmalar. Boşanma erkek tarafından kolay olmakla birlikte, kadına zorluk, neredeyse imkansızlık teşkil ediyor.Çok eşlilik de temel sorunlardan ve erkek istediği zaman ikinci, üçüncü eşe sahip olma hakkını kendinde görüyor.Kanunlara göre erkek ikinci eş almak istediğinde ilk eşine danışmak zorunda, ancak danışsa bile eş izin vermese de erkek kadını rahatlıkla boşayıp, daha sonra da bütün haklarından feragat ettirip, sokağa terk edebiliyor veya şiddet uygulayabiliyor.Yine birçok ülkede namus cinayetleri cinayet muamelesi görmüyor.Cinayet işleyenler çok kısa sürede hapisten çıkarılıyorlar. Hatta haksız yere öldürülen kadınların üzerine iftiralar bile atılabiliyor "namus cinayeti" diye.Bütün bu gibi sorunların yanında kadının velisi olmadan tek başına karar verememe, miras dağılımında eşitsizlikler, başörtüsü temel sorunlar teşkil ediyor. Bütün bunları düşündüğümüzde Türk ve islam kadını olarak ne kadar şanslı ve özgür olduğumuzun bir kez daha farkına varmış oluyoruz.Kitabı ben ilgiyle ve merakla okudum.Benim için kitabın kurgu değil de, gerçekleri yansıtması ve o bölgedeki insanlarla görüşmeler sonucu yazılmış olması çok önemli.Çünkü İslam ülkesindeki dindaşlarımız hakkında daha kapsamlı bilgi sahibi oluyor; kendi yaşam koşullarımız ve haklarımızı da düşündüğümüzde bir değil, bin şükür sebebimiz daha olmuş oluyor.

22 Şubat 2016 Pazartesi

. İnsanca yaşamak......

Geçen hafta yine çok ses getiren acılar yaşandı.Ankara'mızın en güvenli olduğunu düşündüğümüz bir bölgesinde bomba patlatıldı.Onca masum vatandaşlarımız ve askerlerimiz hayattan koparıldı. Birçoğu da yaralandı.Doğu bölgemizden de şehit haberlerimiz gelmeye devam ediyor.Güzelim ülkemizde artık sevinebileceğimiz, gururlanacağımız hiçbir şey göremiyorum. Her gün üzüntü,ahlar vahlar, gözyaşı var. Ateş her zaman olduğu gibi düştüğü yeri yakmaya devam ediyor. Bizler de onca acı yaşanıyorken sevinmeyi, mutlu olmayı kendimize yakıştıramıyoruz.Ülkemizde artık sevinebileceğimiz, gururlanacağımız hiçbir şey de göremiyorum.Hep hayata pozitif bakmaktan, hayatın güzel yanlarını görmekten yana olduğumu, elimizdekilerle mutlu olmayı, güzellikleri kendimiz oluşturmayı, hayatımıza anlam katacak şeylerle meşgul olmayı kendime ilke ediniyorum ve çevreme de bunu aşılamaya çalışıyorum ama bir yerde insansın işte; ülkende yaşanan onca acılar,kayıplar,talanlar,rantlar varken; ister istemez canı sıkılıyor insanın.Duyarsız, gamsız,tepkisiz kalamıyorsun.Böyle olduğu zaman kendimize ufacık bir mutluluğu da çok görüyoruz veya gördürüyorlar işte.Ama elimizden de birşey gelmiyor maalesef. Çaresiz kabulleniş içine girip, Rabbim' e havale ediyorsun.Her türlü kötülüklerin aktörlerini, sebep olanları Rabbim'e havale ediyorum.Millet olarak da duyarlı olmalı, birlik ve bütünlüğümüzün parçalanmaması için tek bilek, tek yürek olmalı, insanca yaşamalıyız. İyiliği, doğruluğu, merhameti, sevgiyi ilke edinmeliyiz.Bu duygularla kendimizi beslersek; çevremize, ülkemize, insanlığa daha faydalı oluruz. Hatta dünyayı böyle görürsek, o beslendiğimiz yüce değerler katlanarak bize geri döner.Bunu idrak edemiyor mu insanoğlu? Neyin kavgası, neyin savaşı.Ellerine ne geçiyor.Hak hukuk yiyerek şu üç-beş günlük dünyadan ne gibi çıkar bekler.İnsanca yaşa, Rabbimizin nasip ettiği nimetlere şükür edip,elindekilerle yetin.Haa! yetinemiyorsan da çalış,çok çalış.Bir amaç için çalışmakta insanı, doğru bir insan yaptığı gibi, mutlu da yapar. Alın terinle kazan ne kazanmak istiyorsan. Zorbalıkla, hile ile şiddetle değil. Ama maalesef bunu çok fazla göremiyorum.Aslında dünyanın hiç bir yerinde huzur kalmadı. İnsanlar çıkar uğruna birbirlerini yiyorlar.Başka vatanların da huzurunu bozuyorlar.Oradaki insanları evlerinden, yurtlarından ediyorlar.Ülkeleri bozguna uğratıyorlar.Herkes "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" zihniyetinde.Oysa o yılanın gün gelecek sana da dokunacağını idrak edemiyorlar.Günü kurtarma çabasındalar.Bazıları da her türlü rant peşinde. Bunun için hak, hukuk yemekten zerre kadar vicdanları rahatsızlık duymuyor.. Ne dedik, Rabbimize havale ediyoruz.Elbet adalet er ya da geç tecelli edecektir..Ben buna inanıyor ve buna güveniyorum.Başka da elimizden birşey gelmiyor.Bu vesile ile de Şehitlerimize ve canice bu hayattan, sevdiklerinden koparılan masum vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah'tan rahmet, ailelerine ve sevenlerine sabır ve dayanma gücü diliyorum.Mekanları cennet olsun İnşaAllah.

17 Şubat 2016 Çarşamba

Çiçek Hayata Renk ve Güzellik Katar...:))

Benim birikmiş mevzularım var. Hangisini yayınlarım,bloğuma arşivlerim,paylaşırım,bazılarını da es geçerim bilemiyorum ama an itibarıyla paylaşmak istediklerim burada olacaklar. Daha öncesinden yazmak istediğim konularla ilgili resimlerimden bir klasör oluşturmuştum.Fırsat buldukça burada yazdığım konu ile ilgili resimleri kullanacaktım. Şimdi bugün yine çiçeklerimden bahsetmek istiyorum. Aslında son yıllara kadar çiçeklerle aram iyi değildi. Evimde birkaç tane çiçek olurdu ama sulamasını yapar, fazla da ilgilenmezdim.Ona rağmen küçücük saksıdaki çiçeklerimin kaç defa saksılarını büyütmüş,büyümelerine tanık olmuştum. Çok aşırı büyüdüklerinde tavan yaptıklarında ilgilenen komşulara veriyordum. En son çiçeklerimi de 3 yıl öncesi aldığımız evin bina girişine bırakmıştım hala orada duruyor. Bazılarını kuruttular ama şimdi sadece kauçuk çiçeğim hayatta kaldı.
Evimde ise şu sıralar en çok orkidelerimi, succulentlerimi,Aloe Veralarımı, Terrariumu seviyor ve yetiştiriyorum.Çiçeklerle hakikaten ilgilenmek, onların o güzel gelişimlerine tanık olmak insanı mutlu ediyor,hayatınıza anlam katıyor inanın.Yaptığınız her birşeyin olumlu dönütü insanın mutlu olması için yeterli bence.Hayata güzel bakmak, güzel şeylerle meşgul olmak terapi aslında.
Buradaki beyaz orkidem hediye gelmişti.Çiçekleri geldikten sonra epey bir zaman durdular.Daha sonra internette orkide bakımıyla ilgili yazıları okudum ve orkideme internette öğrendiklerimi uyguladım. İnternette öğrendiğim şekilde serin ve sadece ışık alan yere koydum.Sulamalarını genelde alttan suya daldırma şeklinde yaptım ve çiçekleri döküldükten sonra üçüncü boğumlarından kesip, sabırla beklemeye başladım.Bu şekilde bozulmadan çok şükür gelişmeye devam ettiler.Bana geldiği zamanki çiçekli halini de sayarsak üçüncü kez çiçeklendiler.Çiçekleri dört ay boyunca rahatlıkla kalıyorlar.Tabii çiçekleri dökülünce tekrar açmaları içinde bir o kadar ay bekliyorsunuz sabırla.Buradaki açan orkidelerimden bir tanesi.
Hemen yanında yeni filiz vermeye başlayan başka cins beyaz ve fuşya orkidelerim daha var. Onların açması sanıyorum baharı bulacaktır.Yandaki resim fuşya rengi orkidemin dökülmeden önceki hali.Onun da tekrar açmasını sabırsızlıkla bekliyorum. O sıralarda yukarıdaki beyaz orkidem de yavaş yavaş çiçeklerini döker sanıyorum. Biri çiçeklerini dökerken diğerleri açacaktır yanii.
Burada da Aloe vera çiçeğim geçen yıl komşum küçücük bir fide halinde bu aylarda vermişti. hemen toprağa dikmiştim. Daha sonra hızla büyüdü ve etrafından birçok fideler çıktı.Birçok defa eşe dosta küçük saksılara dikerek verdim ve çoğaldılar. Hala da etrafından çıkmaya devam ediyorlar. Çok faydalı olduğunu duymuştum. Dallarından bir parça koparıp içinden çıkan jeli yüzünüze ve ellerinize sürdüğünüzde çok iyi geliyor.Yaralara, yanıklara ve nemlendirici olarak da kullanılabiliyor.Zaten kozmetiklerde de çok duymuşuzdur kullanıldığını.

15 Şubat 2016 Pazartesi

Her Günümüz Sevgi Günü Olmalı

Sevgi günü bana göre bir gün değil, hergündür.Bu yüce duyguyu bir güne sığdırmak anlamsız geliyor bana.Ayrıca sevgi sadece sevdiceğine duyulan hisler de değildir.Sevgi herşeye, herkese karşı duyulan yüce bir duygudur.Ancak hepsinin anlamı ve yeri farklıdır. Eşine duyduğun sevgi , çocuğuna duyduğun sevgi, anne-babana, kardeşlerine ve dostlarına, insana, doğaya, hayvanlara duyulan sevgi hepsi de ayrı ayrı anlam ifade ediyor. Değer kazanıyor. Bu sevgimizi her anımıza sığdırmalıyız.Her an sevdiklerimize sevdiğimizi ifade etmeliyiz, göstermeliyiz.Eşimize olan sevgimizde öyle olmalı. Onunla her sohbetimiz,her anımız bizim için özel olmalı. Ben ona, onu sevdiğimi hergün hissettirmeliyim, o da bana aynı şekilde hissettirmeli. Bunu ifade etmek için,göstermek için 14 Şubat'ı beklemeye gerek yok ki. İnsan hayatı kısıtlı, hayat sevgi ile güzelleşir, sevgi ile yaşanır. Benim için doğum günleri ve evlilik yıldönümleri daha önemlidir. Çünkü o günler gerçekten bir gündür. O tarihte doğmuşsunuzdur veya o tarihte evlenmişsinizdir.Size özel olan günlerdir. Bunu başka güne taşıyamazsınız. Sevgiyi ise her daim içimizde beslemeli, büyütmeli ve olgunlaştırmalıyız. İnsan içindeki sevgiyi büyütmekten korkmamalı.Çünkü sevgi büyüdükçe daha da değer kazanır. Sevmeyi bilen insan, sevilmeyi de hak eder. Görsel kaynak:galeri.uludagsozluk.com

9 Şubat 2016 Salı

SANAL VE GERÇEK

Günümüz dünyası öyle bir dünya ki... Sanal ve gerçek ortamın ayrıştığı, teknolojinin başdöndürdüğü,kaynakların her geçen gün tüketildiği, duygu ve değerlerin giderek maddeleştiği bir dünya. Bizim kuşak bilir.Çocukluğumuzda 25. yüzyıl diye bir dizi seyrederdik. O dizide kapılar insanları görünce otomatik olarak açılırdı. İletişim görüntülüydü. Dizidekiler kurguydu ve üstelikte herkes için düştü. Şaşkınlık, hayranlık ve hayalci duygularımızla izlerdik.Sanal alem provasıydı sanki her şey. Ama prova çoktan bitmiş, oyuncular bile bu dünyadan göçüp gitmişti. Bütün bunları neden paylaşıyorum. Sanal dünya artık hayatımızın her anında. Cep telefonsuz, internetsiz, mailsiz günümüz geçmiyor.Twitter'larda dolaşıyor, face booklardan dostlarımızı selamlıyoruz. Artık dünyanın en ucundaki bir arkadaş, bir tanıdık yanımızda. Ekranımızda, yanımızda. Sosyal paylaşım adını verdiğimiz bu sitelere saatlerimizi ayırıyoruz. Sanal hayata dalarken, gerçek hayattan uzaklaşıyoruz. Bizden çok uzaklarda biriyle msn de veya face de selamlaşırken, kapı komşumuzla selamlaşmıyoruz. Bir çok anlamlı günde yakınlarımıza, dostlarımıza mesajlar atarken komşularımızla bayramlaşmıyoruz. Hal hatır bile sormuyoruz. Çocuklarımızı internetten alıkoyamıyoruz. Sanal alemin binbir türlü oyunlarına kaptırıyorlar kendilerini. Müdahale etmesek yerlerinden hiç kalkmayacak, çevresini hiç umursamayacak ve belki de günlerce oynayacaklar. Halbuki ne oyunlar var oynanacak gerçek alemde. Bizim kuşak bilir bu oyunları. Körebeler, yağ satmalar bal satmalar, yakar toplar, istoplar, hatta çelik çomaklar. Kimileri de uzun eşek oynar, kimileri kovboyculuk. Her birinde ayrı bir tat, ayrı bir paylaşım. Anlamlıdır bu oyunlar.Gerçekçi değil gerçektir. Bütün bunları neden paylaşıyorum. Asla ve asla teknoloji karşıtı değilim. Teknolojiyi kullanan ve bu gün de bu yazımı bu nimetle paylaşan biriyim.Karşı olduğum şey, sanal dünyanın gerçek dünyadan bizleri koparması. Tadımızı, tuzumuzu kaçırması. Ne yediğimiz sebzenin rengi, ne içtiğimiz suyun tadı , ne de yediğimiz ekmeğin içi bizi mutlu ediyor. Yapaylık su gibi aziz, ekmek gibi kutsal artık. Ve en kötüsü bütün bunları kabullendik artık. Tabelası, etiketi doğal yazan şeyleri okuyup inanabilmek gerçekçi artık. Sanallık gerçek, gerçeklik sanal artık. Görsel kaynak:http://abilgiz.com/2015/06/sanal-gerceklik-gozlugu-nedir

22 Ocak 2016 Cuma

Kara Merhaba

Ankara'da dün gece yarısı başlayan kar bütün gün sürdü.Sabahleyin evden çıktığımızda karın muhteşem görüntüsüne tanık olduk.Bir önceki yazımda karın yoğun bir şekilde yağmasını dilemiş ve çocuklarımızla bunun tadını çıkarmayı arzu ettiğimden bahsetmiştim. Çok şükür bu dileğimiz yerine geldi.Kar hafta ortasında yağdığı için okullar tatil oldu.Aslında çocukların okulları kar nedeni ile tatil olunca çalışan annelere de tatil olsa çok iyi olur. Çünkü hepimiz yaşadık. Kar tatili olduğu zaman çalışan anneler çocuklarını bırakacak yer bulamıyabiliyorlar. Neyse biz olayın iyi tarafından bakalım.Karın güzelliğinden bahsedelim. Karın yağması insanın yüreğini ısıtıyor soğuk havaya rağmen.Çocuklarla birlikte yetişkinler içinde mutluluk, eğlence kaynağı.Saf ve temiz duyguları barındırmasıyla ve içimizdeki çocuğun kıpır kıpır canlanmasına vesile de oluyor.Dünden beri ben de aynı duygulardaydım. Sabahleyin servisimizin geç gelip, işyerimize de gecikmeli gitmemize rağmen mutluydum.Böylesi güzelliğin tadına varmak için bu kadar meşakkate de katlanılırdı doğrusu. Çocuklar adına da çok sevindim ben.Çocuklarda karın tadını doyasıya çıkardılar.
Çocuklarda evdeyken arkadaşları ile bahçeye çıkıp, oynamışlar, kardan adam yapmışlar.Bana da resimlerini gönderdiler.Ülkemizde maalesef göz ardı edilen bir gerçekten de bahsetmeden edemeyeceğim. Bir taraftan doğal mutluluklar yaşarken, elde olmayan nedenlerden dolayı da üzülmeden edemediğimiz durumlar var tabii ki.Bizim ülkemizde doğaya ve insanların yaşam alanlarının olmasının gerekliliğine önem verilmiyor maalesef. Çocukların rahatça oynayacağı güvenli,geniş, doğal imkanları da içinde barındıran yerlerin gerekliliğine karşı duyarsız kalınıyor..Bazı çocuklarımız oyun oynayacak güvenli ve geniş alanlar olmadığında bu tür güzellikleri bile pencereden seyretmekle sınırlı kalıyor.Ben binaların içi içe yapılmasından, yeşil alanların,oyun alanlarının yok edilmesinden büyük bir üzüntü duyuyorum. Maalesef her konuda olduğu gibi bu konuda da mutluluklarımız yarım kalıyor.Başkalarını da düşünmek zorunda hissediyoruz ve herkesin, her çocuğun en iyi şartlarda yaşaması, eğlenmesi, güzellikleri tatmasının hak olduğunu düşünüyoruz.Keşke herşey insanlık adına yapılsa, çıkarlar ön planda olmasa...Ne yazarsak yazalım yazının boyutu başka taraflara gidebiliyor, etrafımızdaki olumsuzlukları görünce.Neyse;
Ben de bu güzelliğin tadını çıkarmak adına öğlen saatinde karda yürüyüş yaptım.O tertemiz havayı soluyup, kar manzarası resimler çekinmeyi de ihmal etmedim.
Bize sunulan her güzelliğin tadını çıkarmak gerekir. Birçok insanımız bazı şeyleri yapmaktan çekinir. Aman üşütürüz, hasta oluruz. Aman bu soğukta çıkamam. Yürüyemem, ıslanırım. Anlamıyorum. Ben yağmurda ıslanmayı bile çok severim. Ben mi deliyim acaba..:)) Akşam eve geldiğimde komşularımız da çocukları ile birlikte dışardaydılar.
Benim kuzularım da kapıdan beni çevirdiler. "Anne ne olur bizde çıkalım" diye. Ben de tekrar çocuklarla dışarı çıktım. Çıktığımıza da değdi doğrusu. Tüm yorgunluğumuzu attık.Dışarıda kızak kayıp, kartopu oynadık.Karın üzerine uzandık.Çocukla çocuk olduk. Onlar da keyif aldılar.
Çok keyifliydi.Her zaman her güzelliğin tadına varmak dileği ile sağlıklı,mutlu,huzurlu,eğlenceli tatil diliyorum. Ben de izin aldım ve çocuklarımla birlikte olmanın keyfini çıkarmak istiyorum İnşaAllah.Sevgiyle Kalın...

19 Ocak 2016 Salı

Yılın İkinci Karı ile Merhaba

Ankara'da kar yağışı gece yarısından sonra başladı. Karın yağdığı saatlerde çocuklar çoktan uykudaydı. Yıllardır hep uygun zamanda yağan karda çocuklarımı kar yağarken dışarı çıkarmak isterim. Nitekim önceki yıllarda bunu çok yaptığımız oldu.Çünkü kar yağarken hava temiz ve yumuşak oluyor.Ayrıca çocuklar çok eğleniyorlar. Ancak birkaç yıldır Ankara'ya fazla kar yağmıyor. Yağsa da fazla kalmıyor;yağdığı saatlerde ya gece yarısı uykuda olunan saatlere denk geliyor ya da herkes okulda, işte olduğu saatlere denk geliyor. Ertesi günde de buzlanma ve soğuk ayaz ile eve kapanmaktan başka çare kalmıyor.Sabahleyin evden servise yürürken çok zorlandım. Yerler takır takır buzdu.
Yollarda araçlarda ilerlemekte oldukça zorlanıyordu.Ayrıca inanılmaz soğuk var bugün. Umarım buzlar erir.Kışın tadı aslında yoğun kar yağışı ile birlikte yumuşak havada çıkıyor. Böyle soğuk ve ayaz havalarda pencereden manzarayı seyretmekten başka alternatifiniz kalmıyor. Havanın yumuşak olduğu zamanlarda Öğlen tatillerinde yürüyüşe gidiyordum, ancak bu tür havalarda çıkmak riskli de oluyor. Neyse bugün 19 Ocak 2016 tarihi itibari ile ikinci kar yağdığına dair not düşmek istedim. İlk karımızda 2 Aralık 2014'de sağanak, gök gürültülü, fırtına ve yoğun bir şekilde yağmış ve her yer çok kısa sürede bembeyaz olmuştu.Ancak o kar da fazla kalmadı. Kısa süre de erimişti. Bu arada hala yazmak isteyip de yazamamak modlarındayım.Aslında duygu, düşünce yoğunluğu olmasına rağmen yazmak konusunda da seçici davranınca kendimi kısıtlanmışta hissediyorum kendi tarafımdan. Birikmiş mevzularda her zaman dediğim gibi sıcağı sıcağına daha kolay oluyor. Aradan zaman geçirince hem nereden ve nasıl başlayacağımı bilemiyorum, hem de anı yansıtmadığı için önemini de yitiriyor sanıyorum.

6 Ocak 2016 Çarşamba

GEZİ GÜNLÜĞÜMÜZ

Gezi günlüğümde bu yaz gerçekleştirdiğimiz Karadeniz Turundan bahsedeceğim. Ama bundan da önce tatil ve gezi anlayışıma dair düşüncelerimden bahsetmek istiyorum. Benim her zaman tatil anlayışım; gezmek, görmek,farklı kültürlerin,yerlerin, yörelerin tadına varmak.O yöreye has lezzetleri tatmak.... Dünyayı gezmekten önce,kendi ülkemdeki güzelliklere şahit olabilmek isterim.Onları doyasıya tattıktan sonra yurt dışına açılmak, oradaki kültürlere tanıklık etmek ve en sonrasında da bende derin etki bırakan yerler konusunda kendimce değerlendirmeler yapmak isterim.Benim en çok keyif alacağım yerler doğa ortamları, tarihi ortamlar, kültürel ortamlar... Deniz bir süreden sonra sıkıyor.Monotonlaştırıyor.Kapitalizmin getirisi olan AVM'ler,Gürültülü, kalabalık cafeler, eğlence yerleri boğucu geliyor... Ama sürekli keşfetmek insana heyecan veriyor. İşte bundan dolayı yıllardır doğasına hayran olduğum Karadeniz'in kültürel ortamına da tanıklık etmek adına bir Karadeniz Turu yapmak istiyordum.Ancak her yıl kızlarım yazlık diye tutturunca güneye gidiyorduk, güneyden-kuzeye geçişde zor olur düşüncesi ile sürekli erteliyorduk Karadeniz Gezimizi.Bu yıl gezimizi (detaylarını uzatmamak adına girmeyeceğim) bir şekilde gerçekleştirdik. Gezimize detaylı değineceğim.Gördüğüm yerleri tanıtmak adına, fikir vermesi adına ve ben de bıraktığı etkiyi paylaşmak adına ancak ondan önce gezinin genel detaylarından bu yazımda bahsetmek istiyorum. O nedenle birkaç bölümde anlatacağım Gezi Günlüğümü...Genel olarak ilk defa tanımadığınız yerlerin keşfi için tur ile gitmek daha mantıklı gibi geliyor bana. Zaman yeterli gelmese de, sınırlı olsa da..Eğer tekrar görmek isteyip, o taraflara yolculuk düşünürseniz ön bilgi oluyor insana. Genel olarak bahsetmek gerekirse, gezimiz çok verimli geçti.Turumuzdan, turumuzun planlı proğramından memnun kaldık.Çok güzel arkadaşlıklar edindik. Tur boyunca aile gibiydik.Turumuzun bitmesini hiç istemedik.Yolculuklarımız boyunca tüm tur arkadaşlarımızla güzel, keyifli diyaloglarımızla çok eğlendik. Bu tür geziler sosyal çevrenizin artmasına ve yeni değerli insanlarla tanışmanıza da katkısı oluyor. Turda kızımda vardı. Normalde gelmek istemiyordu.Hep farklı tatil planları yapmak istediğimizde "siz beni yazlığa bırakın, nereye gitmek istiyorsanız gidin" derdi. Ancak son anda "iyi geleyim bari" dedi isteksizce ve gezi sonunda o kadar mutlu oldu ki,"sürekli yapalım bu tür geziler" diyor şimdi. Hem farklı yerler görmek onu çok büyüledi.Hem de tanıştığı yeni insanlarla çok güzel vakit geçirdi. Yaşamadan bilmezdi tabi ki...Genel olarak farklı ortamları gezmek, görmek,yaşamak adına düşüncelerim bunlar benim...Bundan sonraki yazımda sırasıyla gezdiğimiz yerler hakkındaki düşüncelerime yer vereceğim...

23 Aralık 2015 Çarşamba

Büyü Dükkanı

Kızımın edebiyat öğretmeninin kızıma hediye ettiği Büyü Dükkanı, Psikolog Sayın Yeşim TÜRKÖZ tarafından kaleme alınmış Psikoterapi öykülerinden oluşan kurgusal, masalımsı tatta bir kitap. Büyü dükkanındaki her bir öyküde dükkana gelen müşterilerin ruh hallerinde kendinizden de bir şeyler bulabilirsiniz. Kendinizi o müşterinin yerine koyabilirsiniz. Büyü dükkanına gelen her bir müşteri satıcıdan hayatlarına dair bir takım isteklerde bulunuyor. Satıcı, müşterilere dükkandan her şey alabileceklerini ancak bunun karşılığında mutlaka bir bedel ödemeleri gerektiğini söylüyor. Satış esnasında gerçekleşen bu diyalogda ise okuyucunun da kendinden bir şeyler bulabileceği iç hesaplaşma başlıyor. Gelen her bir müşteri kendi hayatlarında eksiklik olarak düşündükleri arzularına karşılık, satıcının istemiş olduğu bedeli ödemeye cesaret edememesi ile kendi iç dünyasında çelişkileri başlıyor. İsteğine karşılık ödemesi gereken bedelin buna değip değmeyeceğini, ödediği bedel karşılığı sahip olduğu arzusunun onu gerçekten mutlu edip edemeyeceğini veya bu bedeli ödemeye cesaretinin olup olamayacağını sorgulatarak iç hesaplaşmaya sevk ediyor. Bu iç hesaplaşma ile hayatımızdaki güzelliklerin farkına varmamız gerektiğini, geçmişteki yaşanmışlıkların da hayatımızda önemli yeri olduğunu, elimizdeki değerlerle de hayatımızın anlamlı ve güzel olabileceğini görmemizi sağlıyor. Kısacası hayatımızı sorgulamamız gereken; yaşanılan her anın kıymetini bilmemiz gerektiğini, elimizdeki varlıklarımızla, değerlerimizle de mutlu olunabileceğini hatırlatan gerçekten de insana psikoterapi olabilecek nitelikte bir kitap...

21 Aralık 2015 Pazartesi

Hayata Güzellik Katmak...

Merhabalar, Yeniden yazmaya ve paylaşmaya karar verdim.Yazmaktan ve paylaşmaktan her ne kadar keyif alsam da, son yıllarda üşenme durumlarım oldu.Tabii ki bu arada çok verimli çalışmalarım, kazanımlarım, keyif aldığım uğraşlarım oldu.Daha önce bunlardan da bahsetmiştim.Bunların sonucundan inanılmaz büyük keyif aldım. Bu keyifli uğraş ve kazanımlarımı çevremde sevdiklerimle de paylaştım.Ancak burada tekrar paylaşmak için bir türlü başlangıç yapamadım.Çok şükür günlerimiz dolu dolu ve verimli geçiyor.İnsanlar hayata pozitif bakarak ve en önemlisi kendilerini keyiflendirecek, gururlandıracak uğraşlar edinerek hayatı eğlenceli hale getirebilirler aslında. Ama maalesef etrafımızda o kadar çok görüyoruz ki; yapacak birşey bulamayıp, sağa sola çatan, kendi acizliğini görmeyip, başkalarının dedikodusunu yapan, bununla kendini avunduran insanlar var etrafımızda. Zavallı olarak görüyorum ben onları. Kendilerine de yazık ediyorlar. Oysa; "Nazar Etme Ne Olur, Çalış Seninde Olur" :)) felsefesinden yola çıkarak, başkaları ile meşgul olmak yerine kendilerine güzel uğraşlar bulsalar, sosyal aktivitelere katılsalar,kitap okusalar, hiç birşey yapamıyorlarsa çiçek yetiştirseler, kendilerine çok şey katmış olurlar. Hayatları anlam kazanır, bu hayatta bir amaç edinmiş olurlar. Sonuçlarından ise kendilerini değerli hissetmelerine ve çevreleri tarafından da takdir edilmelerine ve saygı duyulmalarına vesile olmuş olurlar. İyilik ,bilgelik, verimlilik, paylaşımcılık manevi boyutta insanları her zaman güzel yerlere taşır. Ben bunu söylerim ve bunu yaparım. Umarım o tür insanlar kendi acizliklerinin farkında olup, silkinirler diyor ve asıl konuma değinmek istiyorum. Elimden geldiğince tekrar Hayata Dairlerimi paylaşmaya devam edeceğim. Elimin dokunduğu, ben de keyif veren her türlü paylaşımlarıma burada yer vereceğim. Bugün ise Terraium çalışmama yer vereceğim.
Terrariumun anlamını, tesadüfen annemlerin yazlıktaki bahçelerinden getirdiğim succulent çiçeğini, cam fanus edindikten sonra içine ekip,yanına da minyatür kaktüs türevleri arayışına girdiğimde öğrenmiş oldum.Benim kendi tasarımım sanıyordum .Ancak bana ait bir fikir olmadığını ve bu tür bir çiçek yetiştirmenin de son zamanlarda yaygın olduğunu, adınında Terrarium olduğunu internette tesadüfen öğrendim.Anlamı ise "terra" Latince'de toprak, "arium" ise "aquarium", yani bildiğimiz akvaryum demek olduğundan "terrarium"; toprak akvaryum" imiş.Terrarium ile karşılaşmadan önce camı seviyor olduğumdan; yazın tatile gittiğimde denizden getirdiğim taşlarla ve deniz kumu ile dizayn ettiğimde kumsalda yetişen bitki görünümü veren dekoratif bir görünüm elde edeceğimi düşünmüştüm. Gerçekten de çok şık duruyor.
Her ne kadar böyle bir tasarım var olsa da, ben evde kendi olanaklarımla ve emeğimle kendi terrariumu yapmış oldum. İlk yapma fikrimden sonra bayağı bir oynayıp, tekrar tekrar düzenledim ve en son hali ile evimde her zaman görebileceğim, keyifle bakabileceğim bir yerde yerini aldı.Şimdi ise içindeki bitkilerimin büyümesini ve daha yoğun bitkisi ile daha gösterişli olmasını sabırsızlıkla bekliyorum. Bu bile insana haz,keyif veriyor ve umutlu bir bekleyiş için, anlam katıyor. Siz ne dersiniz?

9 Ekim 2015 Cuma

Nereye Gidiyoruz..?...

Yazmak isteyip de yazamamak.Daha doğrusu nereden ve nasıl başlayacağımı bilememek. Oysa duygularımı düşüncelerimi, hayata dairlerimi tekrar klavyeye dökmeyi o kadar çok istiyorum ki...Sanıyorum son zamanlarda ruh hallerimizde gel gitlerimiz var.Ülkemiz adına geleceğimiz adına endişelerimiz var.Ülkemizin ve milletimizin gidişatından açıkcası endişe duyuyorum.Geleceğe umutla bakmak gerekirken endişe ile bakıyorum. Sanıyorum çoğumuzda aynı endişeyi duyuyordur.Belkide dünyada böyle ve dünyamız kirleniyor maalesef.Yaşadığımız güzelim ülkemizde gördüklerim(iz) şahit olduklarım(ız) beni(bizi) çok üzüyor ve elimizden birşey gelmiyor maalesef.Ben her zaman kişinin en önce kendinden(kendimizden) başlamalıyız düzeltmeye diyorum.Çocuklarıma da en başta biz düzgün olacağız ve çevremizdekilere de iyi bir örnek olarak bu zinciri genişleteceğiz diyorum. Örneğin bulunduğumuz çevreyi korumayı, temiz tutmayı, değerlerimize sahip çıkmayı, insanlara karşı her zaman nazik olmayı, yardımsever olmayı, hayatımızı iyilik ve güzellikler üzerine kurmayı ilke ediniyorum ve çocuklarıma da bunu öğretmeye çalışıyorum. İyiliği güzelliği ilke edinenlerin sayısı maalesef günden güne azalıyor. Umut ediyorum ve tavsiye ediyorum. Çünkü birileri bizden etkilenecek, o birilerinden de başkaları, başkalarından da daha başkaları diyerek halka büyüyecek diyorum...Diyorum demesine de; şu an buna maalesef artık kendim de inanmıyorum.Çünkü önce niyetlerimizi, gönlümüzü temiz tutmak gerekiyor.Bu dediklerimi ancak gönlü temiz insanlar idrak edebiliyor. Bu durum beni her ne kadar üzsede, yine de düzgün bir insan olmaktanda vazgeçmek istemiyorum. En azından vicdanım rahat olsun.Ben elimden gelenin en iyisini yapıyorum diyebileyim.Keşke de etrafımıza ilham olabileceğimiz örnek alınabileceğimiz durumlarla karşılaşsak.Keşke herkes iyi niyetli olsa.Kötülükten kötülük doğuyor işte.Ellerine ne geçiyor.Öyle bir devirdeyiz ki, iyi niyetinizi suistimal edenler, alay edenler, enayi yerine koyanların sayısı günden güne artıyor.Rabbim hepimizi, evlatlarımızı iyi niyetli insanlarla karşılaştırsın inşaAllah. Ne kadar acı bir durum. Kötüler güçlü, iyiler ahmak, ezik falan...onlara göre.İyi insanların yüzü suyu hürmetine belki de hayatlarını idame ettiriyorlar ama bunun farkında değiller. Onlar iyi insanları ezmeye, onların emeklerini sömürmeye, eziyet ve kötülük yapmaya devam ediyorlar sadistçe.Şu an içimden geçen bunlar.Çok şükür iyi insanlar, değerli insanlar yok mu hayatımızda. Tabiiki de var. Ancak ben hayatın içinde gözlemlediğim genel durumlardan dolayı karamsarlaşıyorum maalesef. Gidişatımızı iyi görmediğim için. En başta trafikte bile insanlarımız öyle canavarlaşıyorlar ki, kural tanımıyorlar, kimsenin kimseye saygısı yok. Hep bana hep bana diyen egoist bir millete dönüştük.Kuralları ve başkalarının haklarını ihlal etmeyi uyanıklılık olarak gördük.Biz diyorum, çünkü maalesef bizde bu milletin birer fertleriyiz.Bireyselleştik, toplum olmayı unuttuk.Ama maalesef her zaman dediğim gibi birlik ve bütünlük olmanın toplumları, milletleri daha çağdaş, medeni, güçlü yapacağını, daha da ileriye götüreceğini ya idrak edemiyoruz, ya da önemsemiyoruz. Hepimiz gelecek nesillerimize güzel, huzurlu, güvenli bir ülke bırakmak isteriz ama nedense toplumsal birliğin ve bütünlüğün önemini hiçe sayıyoruz...:((

9 Eylül 2015 Çarşamba

Buruk Bir merhaba :((

Uzun bir aradan sonra tekrar merhabalar, Yazmayalı epey zaman oldu. Bunun da bazı nedenleri var elbette ki...Nedeni çok zaman yoğun oluşumdu. Yoğunluğumun olmadığı zamanlarda da ara vermemden kaynaklı isteksiz ve soğukluk oldu. Yoğun dönemlerimde kendi adıma çok verimli ve faydalı şeyler yaptığıma inanıyorum.Bu dönemlerde iş ve özel yaşantımdaki sorumluluklarımın yanında yüksek lisans ve ikinci lisans eğitimimi tamamladım. Bir şeye yoğunlaştığım zaman ekstra başka şeylere vakit ayıramıyorum.Herşeyi sıraya göre yapmak gibi bir yapım var...O nedenle zaman zaman bazı şeyleri ertelediğim veya es geçtiğim durumlarda oldu.Bu arada biriktirdiğim çokça mevzularımda oldu. Tekrar bunları paylaşabilir miyim bilemiyorum. Ama paylaşmayı tekrar yazmayı, yazabilmeyi çok arzu ederim. Okul dönemlerimiz herkeste olduğu gibi bizlerde de yoğun geçmekte. Yazın bolca vakit olur diyoruz, o zaman da farklı yoğunluklar çıkıyor.Derken bir bakmışız yaz da bitmiş.Umarım herkesin sağlığı, huzuru yerindedir.Tabii ki kendi meşgalelerimizi yaşarken ülkemizde tatsız olaylara da ne yazık ki şahit oluyoruz.Ne diyeceğimi gerçekten bilemiyorum. Özellikle emniyet güçlerinde görev yapan askerlerimizin, polislerimizin Rabbim yar ve yardımcısı olsun.Şehit olan asker ve polislerimize de Rabbim rahmet eylesin.Mekanları cennet olsun inşaAllah...Özellikle ailelerine, sevenlerine Rabbim sabırlar versin inşaAllah...Söylenecek çok şey varken söyleyememek, çaresiz kalmak gerçekten içimizi acıtıyor.Tüm dünyada herkes ülkesinde, vatanında huzur,güven içinde yaşasa. Onlar bize, biz onlara misafir olsak. Misafirperverliğimizi göstersek. Kötülükler yok olsa.İnsanlara zarar vermek isteyenler, insanların huzurunu bozanlar, canlarına mallarına kastedenler yok olsa.Herkes kardeşçe, dostça güvenle,sevgiyle yaşasa. Bu dünya daha güzel olmaz mı?..Çok mu zor bu...Neyin kavgasını yapıyorlar...Bu dünya herkes için gelip geçici... Hayat devam ettiği sürece herkesin Rabbim nasip ettiğince rızıklarını veriyor...Rabbimize tevekkül edip, biz insan olarak, kul olarak üzerimize düşeni yapıp sevgiyle,saygıyla, hoşgörüyle, merhametle, iyilikle yaşayabilmeyi öğrensek... Hayat çok daha güzel olur...Hiç de zor değil. Sadece insanoğlu hayatı zorlaştırıyor. Ülkemiz üzerinde yaşanan kaos ve diğer ülkelerde, Ortadoğu da yaşanan üzücü olaylar bizi aşıyor maalesef ama ne yazık ki çaresiz kalmak ve geleceğimizden endişe duymak, yaşananlara karşı seyirci kalmak içimizi acıtıyor. Hayatın içinden, şöyle bakıyorum kendimize aslında gerçekten çok acılar var etrafımızda, çok canlar yanıyor, çok hayatlar kararıyor. Ama sıradan bir durum gibi kabullenmek gerçekten içimizi acıtıyor. Bunun adı çaresizlik...Dediğim gibi aşıyor bu durum bizi...Allahım zorda olanlara, vatansız, yurtsuz kalıpta yaşam mücadelesi için çabalayan insanlara sen çıkar yol ver...O insanların mağduriyetlerinden yararlanmaya çalışan insanlara fırsat verme...Ülkemizin de kaos ortamından biran önce çıkmasını, refaha kavuşmasını Yüce Rabbimizden diliyorum. Milletçe sağlık, huzur ve güven içinde yaşayabilmeyi ve geleceğimize, yarınlarımıza umutla bakabilmeyi,arzu ediyorum... Görsel kaynak:http://www.benimsayfam.com/pps/vatan-millet-bayrak.asp

2 Eylül 2015 Çarşamba

........

İzin dönüşü bir ara picassa albümlerime bakarken, bloğa bağlantı kısmını gördüm. Bende bugün denemek istedim. Picassa'da bulunan albümlerimdeki resimlerimden birini bloğumda kullanmıştım, ancak daha sonra görüntüsü kaybolmuştu. Diğer yayınladığım birçok yazılarımın resimlerinin görüntülerinin yok olduğu gibi. Bugünde bir deneme yapayım dedim ve Picassa üzerinden resmi kullandığım postumun linkini bloğa bağlantı verdim. Ancak vermiş olduğum bağlantı bloğuma yeni post olarak düşmüş. Farkeden okuyucularım bu da ne böyle demiş olabilirler. Farkettiğim anda kaldırdım yayından resmi. Aslında iyice incelenip, daha detaylı çalışmalar yapılabilir ama bayağı bir vakit ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Maalesef benim buna vaktim yok. Sevgili Eylül Bahçesi de bloğunda picassa'dan resim yükleme ile ilgili bir yazıyı görsel olarak anlatmıştı. Böylece bloğunuzdan resimlerin görüntüsü kaybolmuyormuş.Sizde de böyle sıkıntılar olduysa eylül bahçesinin yöntemini kullanıp, picassa üzerinden yükleyebilirsiniz resimlerinizi.

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Yeniden Merhaba....

Çooo...k uzun zaman oldu. Yazmanın gerekliliğine inanmakla birlikte hiç de içimden yazmak gelmedi. Yazmak bana göre neden gerekli derseniz, anılarımızı taze tutuyor.Geçmişe dair her insanın hayatında önemli anıları, anekdotları mutlaka oluyor.Yazılmadığı zaman bunlar anlamını kaybedebiliyor. Eskiden bunun için defterler tutulurmuş. Şimdi ise bunları bilgisayarlar aracılığı ile yapıyoruz. Okul yıllarında özenle tuttuğum anı defterlerim, ajandalarımı hala saklarım. Bazen de kağıt parçalarına yazdığım notlarım olurdu. Okuduğum kitapların arasında saklardım. Ama onlar zamanla kayboldu tabii ki. Şimdi de hala yazmak istiyorum ama bir türlü elim gitmedi. Ara verdiğim bu zaman zarfında yüksek lisansı bitirdim. Benim için çok stresli bir dönemdi. Belirli bir saatten sonra gerçekten zorluyor insanı. Ara sınavlar, finaller, dönem ödevleri, proje derken epey stres yaşadım. Çok şükür okulu bitirmemle birlikte bilgisayar başına oturmak içimden gelmedi. İş yerinde iş nedeni ile mecburuz ama evde bilgisayarın yüzünü görmek istemiyorum. Halbuki halletmem gereken o kadar çok şey var ki bilgisayarda. Özellikle arkadaş ortamında çekilmiş resimleri ayıklayıp, mail ile göndermek, kendi çekilmiş resimlerimizden derlemeler yapıp, onları tab ettirmek vs..vs... Ama dediğim gibi yüzünü görmek istemiyorum. Ayrıca bir süre kitap da okuyamadım. Uzun bir süre etkisinde kaldığım stresinden kurtulmam ve kendime gelmem gerekiyordu. Çok şükür yeni yeni evde okunmayı bekleyen kitaplarım bana kavuşuyorlar. Kitap okumaya başladım. En güzel yanı bu. Okumak, okumak, ama zorunlu okumak, not için okumak, sınıf atlamak için okumak değil ... Bu tarz okumak tam bir stres kaynağı çünkü. Keyif için okumak ise işte onun tadı başka. Bugün yazmayı ise bir başlangıç olarak almak istiyorum ve okumaya başladığım kitaplarımla ilgili yorumlarıma tekrar dönmek istiyorum. Bunu tavsiye amaçlı değil veya başkalarını etkilemek için değil, sadece ilerleyen zamanlarda geriye dönüp baktığımda o zaman ki okuduğum kitabın o anki bende bıraktığı etkiyi tekrar canlı tutmak adına yazmak istiyorum sadece. Çünkü kitap bittiği anda veya bir olayı yaşadığınız andaki duygularla, aradan zaman geçtiktikten sonraki duygular arasında çok şeyler değişiyor veya tamamıyla silinebiliyor.Bilmiyorum bu bende belki böyle oluyordur. Anı yansıtmam gerekiyor her nedense. İnşaallah bunlar için fırsatım olur ve tekrar yazmaya bu anlamda dönebilirim....Tekrar görüşmek ve yazmak umuduyla diyorum.....

15 Aralık 2012 Cumartesi

" KORO " Filmi Hakkındaki İzlenimlerim

Eğitim çalışmalarımız tam hız devam ediyor. Bloğuma uğramayalı da neredeyse bir yıl olmuştur herhalde. Hala yoğunum.Bu dönemden sonra inşaallah rahatlamayı umuyorum. O nedenle bu dönemde de pek vakit bulamayacağım. Ama hocalarımızdan birinin vermiş olduğu dönem ödevlerimden bir tanesini yine burada paylaşmak istiyorum. Bu ödevden notumu aldım.Notum fena değildi ama daha da iyi olabilirdi. Ancak hocalarımızın takdiri. Mutlaka onların kriterlerine uygun olması gerekiyor belki de.


Bilindiği gibi okul ve sınıf yönetimi, etkili eğitim ve öğretim süreçleri içermektedir. Bu süreçlerin düzenlenmesi ve yürütülmesi ise genel anlamda okul yönetimi, sınıfta ise öğretmenin sorumluluğunda gerçekleştirilmektedir. Bu bağlamda  “Koro” adlı sinema filmi, yatılı bir okulda; okul, sınıf ve davranış yönetimi konularına değinen, öğretmen-öğrenci işbirliğini yansıtan önemli bir sinema yapıtı olarak görülmektedir.   
 Film, sınıf ve davranış yönetimi açısından değerlendirildiğinde; öncelikle, okul yönetiminin katı, yasaklayıcı, baskıcı ve demokratik olmayan yönetim anlayışı göze çarpmaktadır. Başta okul müdürü olmak üzere öğretmenler yatılı okuyan öğrencilere karşı kabul edici ve destekleyici bir tutum sergilememektedirler. Okulda, geleneksel okul ve sınıf yönetiminin hakim olduğu belirgin bir şekilde görülmektedir. Okul yönetimi ve öğretmenler, sadece düzeni korumak ve bu düzenin sürmesi için de öğrenci üzerinde zorlayıcı güç kullanmaktadırlar. Okul yönetimi, okulda disiplini baskı ve ceza ile sağlamaya çalışmakta ve sıkça ceza yöntemine başvurmaktadır. Öğrencilerden daha çok dış denetimle itaat etmeleri istenmektedir. Yönetim anlayışı sürekli emir ve talimatların tercih edildiği bir anlayıştır. Dolayısıyla istenileni yapmayan ya da problem davranış gösteren öğrencilere en az ılımlı kontrol gücü kullanılmaktadır. Oysaki uygun olmayan davranışların azaltılmasında birey üzerindeki etkisi düşünülerek en ılımlı davranış değiştirme yönteminden başlanılması gerekmektedir. Müdür ve öğretmenlerin istenileni yapmayan ya da problem davranış gösteren öğrencilere fiziksel güç kullanması çocuklarda kaygı, dargınlık, içe kapanıklık ve saldırganlık gibi olumsuz sonuçlar oluşturmuştur. Öğrencilere sürekli verilen bedensel cezalar, güçlünün haklı olduğu düşüncesini doğurmuş, öğrencilerle olumlu iletişim kurma fırsatlarını engellemiştir.
Okula yeni atanan öğrenci mümessili ve okulun yeni müzik öğretmeni öncelikle öğrencileri bir birey olarak kabul etmekte ve bunu da ilk olarak sınıfa girdiğinde yaptığı hitapla göstermektedir. Öğretmen öğrencilerin kendilerini ifade etmelerine ve yeteneklerini ortaya koyabilmelerine fırsat vermekte ve destekleyici bir tutum sergilemektedir.
 Müzik öğretmeninin dışlanan öğrencilere kabul edici yaklaşımı ve çocuklarda güven duygusunu oluşturacak tavırları sınıf iklimini olumlu yönde etkilemiştir. Ayrıca daha ilk dersten sınıfta sigara içerken gördüğü bir öğrenciye kızmak ve cezalandırmak yerine “Sınıfta sigara içilmez” diyerek ilk kuralını oluşturmuştur.  Öğrencilerini tehdit etmek yerine uygun öğrencilerine nasıl davranmaları gerektiği konusunda uyarılarda bulunmuş, sınıfta uygun olmayan davranışların ortaya çıkmasını önlemek için strateji oluşturmuştur. Ayrıca öğretmenin öğrencilerine karşı nazik ve kibar, sakin ve ılımlı olmasının, yine öğrencilerine iletişim fırsatı yaratmasının, öğrenciler için olumlu bir model oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Aslında, okuldaki temel sorun, problem davranışların ortaya çıkmasının önlenmesine yönelik bir yöntem ve uygulamanın görülmemesidir. Okul müdürü ve yardımcısının  “Etki-Tepki” ifadesi ise bunu doğrular niteliktedir. Problem davranışların tek çözümü ve öğrenci açısından sonucu sadece cezadır. Davranışların önlenmesi, bazı problem davranışların hoş görülmesi ya da problem davranışları azaltma tekniklerinin kullanılmasına yönelik bir yöntem görülmemektedir. Diğer bir ifadeyle problem davranışların öncesi ve sonrası göz ardı edilmektedir. Oysaki müzik öğretmeni çocuklar üzerindeki aşırı baskıyı fark etmiş, ortam, davranış ve sonuç arasında ilişki kurmuştur. Sakin ve duyarlı kalarak yakınlık kontrolü, koro kurarak uyaran değişikliği gibi stratejiler izlemiştir.
Müzik öğretmeninin sınıf ve okul kuralları önemsediği ve demokratik bir sınıf yönetimini benimsediği görülmektedir.  Ayrıca öğrencilerin bireysel farklılıklarına ve gelişim özelliklerine önem vermektedir. Bunu da şarkı bilmeyen öğrencisini şef asistanlığına atayarak göstermiştir. Öğrencilerine sevgi ve şefkatle yaklaşmanın yanı sıra disiplin suçu işleyen çocuklarla birebir konuşması, özel sorunların gizliliğine önem vermesi dikkat çeken önemli bir yaklaşım olarak görülmektedir. Bu yaklaşım ise öğretmenin hem kendine güven sergilenmesine ve hem de öğrencilerin kendilerine olan güvenine katkı sağlamaktadır.
Kaynak : Film Kimlik Bilgileri (http://tr.wikipedia.org/wiki/Koro_(film)

12 Ocak 2012 Perşembe

Eğitimde Yeni Değerler

Eğitimde Yeni Değerler kitabı Prof.Dr. Yüksel ÖZDEN tarafından kaleme alınmış, eğitim alanına ait bir kitaptır. Kitap dönem ödev konusu olarak verildi. Okuyup, daha sonra eleştirel inceleme yazısı yazmamız istendi ve bu vesile ile kitapla tanışmış oldum bende. Ödev olarak oldukça uzun bir yazı oldu. Ancak  ben ilgi ile okuduğum için  kitap hakkındaki yorumlarıma  burada da kısaca değinmek istedim. Artık en kısası nasıl olacaksa...:)))  

Eğitimde Yeni Değerler kitabı eğitim alanına aittir. 2004-2005 eğitim öğretim yılının başında Milli Eğitim Bakanlığının yeni müfredat programını uygulamaya koyduğu düşünülecek olursa; kitabın çok güncel olduğu eğitim yöneticileri, eğitimciler  ve toplumun büyük bir kesimi tarafından ilgiyle takip edildiğini söylemek mümkündür.

Yazar, Türk eğitim sistemindeki sorunları ele alırken bu sorunların en tepeden, yani siyasi yollarla, devlet bürokratlarından bir şeyler bekleyerek çözülemeyeceğini dile getirmektedir. Eğitim sistemimizdeki aksaklıkların çözümünde herkese görevler düştüğünü işi doğru yapmak anlayışından uzaklaşarak, doğru olan işleri yapmanın yollarını aramalarını, bunun için vizyonlar geliştirmenin önemini vurgulamaktadır. Bu konuda okul yöneticilerine ve eğitimcilere  de çok önemli  görevler düşmektedir. Sistem içindeki yapı ve işleyişler sorun çözmede yetersiz kalıyorsa yeni vizyonlar geliştirmek lazımdır. Suçu sisteme ve başkalarına atmak yerine çözüm yollarına odaklanmak eğitim sistemini çok daha ileri boyutlara taşımak için stratejiler belirlemek ön koşul olmalıdır. Bu konuda özveride bulunmak, bunun için çok çalışmak gerekir.
Türk eğitim sistemine ilişkin  her dönem şikayetlerin olduğunu ifade eden yazarın bu görüşüne katılıyorum. Eğitim sistemindeki değişim ve gelişmelerin önü açıldıkça eleştirilerin ve şikayetlerin önü de açılacaktır. Öğrenen, bilgiye ulaşan, üreten, düşünen, gözlemleyen sezgilerini kullanabilen, akıl yolu ile analiz ve muhakeme etme yeteneği gelişen ve değerlendiren bir toplum eğitimi ve sistemleri de her dönem sorgulayacak ve her zaman doğruya en doğruya ulaşmanın yollarını zorlayacaktır. Bunun gerekliliğini varsayarsak, eleştiriler yapıcı olmakla birlikte, eğitimli insanların sayısının artması ile eğitimi en iyi durumlara getirmenin yolları da açılmaktadır. Eğitim bilimlerine hakim olacak insanların, ortak değerlerin, inançların ve tekniklerin farkında olmaları, eğitim sisteminin yeniden yapılandırılmasını sağlayacaktır. Bu durumda Eğitimin çağın gerekliliğine uyum sürecinde değişim göstereceğini, sistemi çok daha ileri boyutlara taşıyacağını söylemek mümkün. Bu da başarının ön koşulu olmaktadır.

 Yazar, 2000’li yılların doğrularının belirlenmesinin  ve bunun sonrasında da gelecek için doğru vizyonlar geliştirilmesinin gerekliliğine vurgu yapmıştır.

Eğitim sisteminin yeniden yapılandırılmasında hedef  başarılı, en iyi mezunlar yetiştirmek değil; girişimci, bilgiyi kullanan, bilgiyi  üreten, değişim ve gelişimlere öncülük eden, özgüvenli, yeni ufuklara yelken açabilecek bireyler yetiştirebilen eğitim sistemine ihtiyaç duyulmaktadır.

Kitabın konusu yeni paradigmalardan oluşmaktadır. Öğrenme kişiye göre değişmektedir. Herkesin öğrenme kapasitesi parmak izi gibi kişiye özgüdür. Sadece kişilerin öğrenme beceri ve yetilerinin türünde ve hızında farklılık göstermektedir. Eğitim alanlarında kişilere uygun öğrenme ortamları sağlandığı takdirde öğrenemeyecek birey yoktur. Eğitim sistemlerinin dikey örgütlenme ortamlarından uzaklaşması ve yatay örgütlenmeye geçilmesi eğitimdeki aksaklıkları en aza indirgeyecektir. Her şeyi merkezde toplayan dikey yapının terk edilerek yatay örgütlenmeye geçilmesi eğitimin önünü açacak ve eğitim ortamlarının kaliteli eğitim vermelerine katkı sağlayacaktır. Her okulun okul yöneticileri ve eğitimcileri kendi vizyonları doğrultusunda stratejiler belirleyecek ve okulu ayakları yere sağlam basan, hayata atıldıklarında her türlü sorunla ve problemlerle başa çıkmayı bilen, üreten, düşünen, sorgulayan bireyleri topluma kazandıracaklardır. Yazar,  “Okul yöneticilerinin  kuralların uygulayıcısı değil, eğitimin uygulayıcıları, okuldaki işlerin kolaylaştırıcısı ve geliştiricisi olduğunu,öğretmenin de memur değil,sınıfının lideri olduğu görüşüyle” yönetici ve öğretmenin rollerinin değişmesi ile bilinen klasik yapının artık terk edilmesinin gerekliliğini dile getirmektedir.
Yazar, demokratikleşme ve insan hakları alanlarındaki gelişmelerden, küreselleşme ve bilişim çağındaki gelişmelerden etkilenmiştir.
Kitabın içeriği olgusaldır. Yazar, Türk eğitim sisteminin yıllardır uyguladığı eğitim politikalarıyla gelinen noktada tıkandığını, batıdaki müfredatın  öğrencinin ilgi ve yeteneklerini esas aldığını ve geleceğe yönelik olarak sürekli olarak kendini yenilediğini vurguluyor. Artık yaratıcı, girişken, küresel düşünüp, yerel hareket edebilen girişimciler yetiştirmenin önemini belirtiyor. Türk eğitim sisteminin en önemli bir sorununun da liderlik anlayışının değişmesi gerektiğini belirtiyor.
Yazar, Türk eğitim sistemindeki yetersiz uygulamaların, aksaklıkların ve tıkanıklıkların eğitimi olumsuz etkilediğini ve bunun sonucunda da ezberci, yıllardır klasik bilgiyi kullanan, geliştiren, üreten değil, depolayan bireylerin yetiştiğini ifade etmektedir. Eğitim sisteminde yıllardır dikey örgütlenmenin getirmiş olduğu sonuçtan da kaynaklı olarak eğitim yuvalarının merkezden yönetildiğini, oysa okulların işleyiş ve yapılarına uygun olarak yerinden yönetilmesi gerektiğini eğitim yöneticilerinin aksaklıkların çözüme odaklanması ve eğitim sistemini geliştirmeleri için vizyonlar oluşturmasını ve buna öncülük etmesinin şart olduğunu vurgulamaktadır. Yıllardır süre gelen işi doğru yapmak değil, doğru olanı yapmak için girişimlerde bulunmak ve bunun arayışı içine girmek ve stratejileri buna göre belirlemek gerektiğini vurgulamaktadır.
Kitap başta eğitim yöneticileri, eğitimciler, öğrenciler ve toplumun diğer fertleri için umut verici, aydınlatıcı ve de heyecan verici bir etki sağlamıştır. Kitap, düşünen ve eğitim sistemini sorgulayan her kesime hitap etmekte ve sistemdeki aksaklıklar, tıkanıklıklardan endişe duyan insanların duygu ve düşüncelerine adeta tercüman olmaktadır. Bu tarz kitapların eğitimciler ve eğitim yöneticileri tarafından okunması eğitim sistemindeki yenilikleri ve değişimleri gerçekleştirmelerinde kendilerine önderlik edeceği kanaatindeyim. Toplumun diğer bireyleri içinse daha aydınlatıcı olacağını bu değişim ve gelişmenin bir parçası olma yolunda gönüllü hareket edebileceklerini ve destek olacaklarına da inancım sonsuzdur. Bu anlamda kitabın benim de duygularıma ve düşüncelerime tercüman olduğunu söyleyebilirim. Eğitim sistemimizin yazarın kitabında belirttiği gibi değişim ve gelişim süreçlerinin önünün açıldığını ancak bunun yeterli olmadığını ve uzun vadeli stratejiler belirlenerek eğitim sistemimizi en iyiye götürmenin çabasını her zaman içimizde taşımamız gerektiğini düşünüyorum. Eğitim sistemi yapboz tahtası da olmamalı. Yapıcı ve geliştirici değişimler ile sağlam karakterli, özgüvenli, akıl muhakemesini iyi kullanan sürekli üreten, bilgiyi hayat boyu öğrenen, onu geliştiren ve üreten bireylerin yetişmesine katkı sağlamalıdır.
Kitabın yalın bir dille yazılmış olması nedeni ile ben zevkle okudum. Herkesinde keyifle okuyacağına ve eğitim sistemindeki aksaklıkların farkında olacaklarına, bunun nasıl önleneceği konusunda çok rahatlıkla fikir sahibi olacaklarına da inanıyorum.
Kitap aynı zamanda ders içeriğimdeki konuları da detaylı bir şekilde içerdiği için derslerime de katkı sağladığını söyleyebilirim.
Kitap aynı zamanda Türk eğitim sistemine de önemli katkılar sağlamış olmasından dolayı okumayan eğitimci ve eğitim yöneticileri kalmamalı diye düşünüyorum. 2004-2005 Eğitim ve Öğretim yıllarından itibaren de artık okullarda yazarın kitabında da belirtildiği gibi mevzuat çerçevesinde işi doğru yapmak zihniyetinden uzaklaşılmış ve okulların yapı ve işleyişlerine uygun olarak yine mevzuat çerçevesinde doğru olanın yapılması için çalışmalara başlanılmıştır. Bu yeni anlayış ile eğitim sistemi tamamen değişime uğramıştır.
Yazarın bundan sonraki kitabı buradaki tespitlerin ne derece farkında olunduğunun, bunun ne kadarının uygulanabilirliliğinin sağlandığını, değişimin ve gelişimin sürekliliği göz önünde bulundurularak daha neler yapılabilirliliğinin tartışılabileğini belirten tarzda olabilir.
Son olarak şunu söyleyebilirim ki, ödev konusu olarak okuduğum bu kitabın ödevimin hazırlanmasında katkı sağlamasının yanında sistem içindeki eksiklerin farkında olan ve değişimin gelişimin gerekliliğine inanan biri olarak duygularıma düşüncelerime tercüman olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca bu konudaki ufkumun daha da açılmasına, hayat boyu kendimizi geliştirmenin gerekliliğinin şart olduğuna bir kez daha inanmama vesile oldu. Bunun içinde çok ama çok çalışmamız, değişim ve gelişimlere açık olmamız gerektiğini düşünüyorum.